- Müyesser Turfan Geçici Erkek Konukevi
- Ayni ve Nakdi Yardımlar
- Yemek ve Kumanya Desteği
- Süt Kuzusu Dağıtımları
- Medikal Malzeme Desteği
- Acılı Günlerinde Ailelerin Yanındayız
- Paylaşmayı Unutmuyoruz
- Öğrencilerimize Destek Veriyoruz
- Buca Sosyal Yaşam Kampüsü Hayata Geçti
- Sokakta Yaşam Mücadalesi Veren İhtiyaç Sahiplerine Destek
- İzmir’e Hijyenik ve Kaliteli Öğünler
- Anne Dayanışma Kartı
Agora
İzmir, M.Ö. 333 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender’in burada gördüğü rüya üzerine, Pagos Dağı
(Kadifekale) eteklerinde ikinci kez kurulur.
Smyrna kentinin buraya taşınmasıyla Helenistik Dönem başlar. Kadifekale de bu dönemde inşa
edilir. Kentin sınırları, günümüzdeki Bahribaba Parkı ile Meles Çayı'na uzanır.
Kale’de arkeolojik kazıları başlatan İzmir Büyükşehir Belediyesi, sur duvarlarını da restore
etmektedir.
Büyükşehir Belediyesi ayrıca, Kadifekale eteklerindeki 16 bin kişilik Antik Roma Tiyatrosu’nun
ortaya çıkarılması için de çalışma yürütmektedir.
İzmir Körfezi'nin kuzeydoğusundaki Bayraklı (Tepekule), Smyrna kentinin ilk kurulduğu
bölgedir.
M. Ö. 3000'den bu yana sürekli bir yerleşim yeridir. Smyrna’da Truva-Yortan ve Hitit
uygarlıklarına ait buluntular vardır. Athena Tapınağı, Nekropol ve Symrna evleri, diğer önemli
arkeolojik kalıntılardır.
Yeşilova Höyüğü
Yeşilova Höyüğü Bornova’daki höyükte 2005 yılında başlayan arkeolojik çalışmalar, İzmir’in 8500
- 9000 yıl önce burada kurulduğunu ortaya koymuştur. Yeşilova Höyüğü’ne üst üste 20 kez
yerleşilmiştir.
100 bin metrekareden geniş bir alana yayılan ve bugün ova seviyesinin altında olan höyükte Tarih
Öncesi Yaşam Müzesi bulunur. Müzede engelli rampaları da yer alır.
Grekçe bir kelime olan Agora,
“toplanılan yer, kent meydanı, çarşı, pazar yeri” gibi anlamlara gelmektedir. Antik Çağ’da
agoraların ticari, siyasi ve dini fonksiyonlarının yanı sıra sanatın yoğunlaştığı ve birçok sosyal
olayların geçtiği veya gerçekleştirildiği kentin odak noktası olduğunu bilinmektedir. Antik Çağ’da
her kentte en az bir agora yer almaktadır. Kimi büyük kentlerde ise genelde iki agora yer alırdı.
Bunlardan biri, devlet işlerinin görüldüğü, etrafında çeşitli kamu binalarının toplandığı devlet
agorası, diğeri ise ticari faaliyetlerin yoğunlaştığı ticaret agorasıdır.
İzmir agorası, M.Ö. 4 yy’da antik Smyrna Kenti’nin taşındığı Pagos (Kadifekale)’un kuzey yamacında
kuruludur. Dönemin önemli kamu binalarıyla çevrilmiş olan bu yapı kentin devlet agorasıdır.
Hellenistik Dönem’de kurulmuş olan agorada günümüze gelebilmiş kalıntıların çoğu, M.S. 178
depreminden sonra İmparator Marcus Aurelius’un destekleriyle yeniden inşa edilen Roma Dönemi
agorasına aittir.
Smyrna agorası, dikdörtgen formda planlanmış, ortada geniş bir avlu ve etrafın sütunlu galerilerle
(stoa) çevrili bir yapıdır. Kazılarla açığa çıkarılan kuzey ve batı stoa bodrum katı üzerinde
yükselmektedir. Kuzey stoa plan özellikleri açısından bazilikadır.
Bazilika
Bazilikalar ortada geniş ve yüksek, yanlarda ise dar ve alçak birbirine paralel ince uzun koridorlar
şeklinde tasarlanmış bir plana sahip olan yapılardır. Plan özellikleri açısından Hıristiyan
kiliselerine öncülük eden Roma Dönemi bazilikaları, kentin hukuk işlerinin görüldüğü bir tür adliye
sarayıdır. Öte yandan kentin ticari yaşamına yön veren tüccar ve bankerlerin faaliyetleri için de
bazilikalar tercih edilmiştir. Agoranın kuzey kanadında yer alan bazilika, dıştan dışa 165 x 28 m
ölçülerinde, dikdörtgen bir plana sahiptir. Ölçüleri itibariyle, Smyrna agora bazilikası, bilinen en
büyük Roma Dönemi Bazilikası olma özelliğine sahiptir. Günümüze ulaşan görkemli bodrum katının doğu
ve batı uçlarında görülen çapraz tonozlar Roma Dönemi mimarlığının en güzel örnekleri
arasındadır.
Bazilikanın kuzey cephesinde, bodrum katına açılan iki anıtsal kapıdan batı yandaki günümüzde
tamamıyla açığa çıkarılmıştır. Roma Dönemi sonlarına doğru, devlet agorasının giderek ticari bir
anlam kazanmaya başladığını gösteren tonozlu dükkan sıraları, bazilikanın kuzey cephesinde gün
ışığına çıkarılmıştır.
Batı Stoa
Üç sıra sütun dizisiyle ayrılmış neflerden (galeri) oluşan batı stoa da bazilika gibi bir bodrum kat
üzerinde yükselmekteydi. Günümüzde daha çok, kemerli bodrum katları görülen batı stoanın antik
dönemde bodrum katı üzerinde yükselen iki katlı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Avludan üç sıra
basamakla çıkılan zemin kat ve ahşap tabanlı ikinci kat,Antik Çağ’da insanların yağmur ve güneşten
korunarak gezinti yaptığı yerlerdi. Olasılıkla Roma Dönemi sonlarında bodrum kat galerilerinin bazı
duvarları örülerek yapılan sarnıçlar bunun en güzel örneği olarak günümüze ulaşmıştır. Batı stoanın
avluya bakan cephesindeki birinci kat sütunları, 1940’lı yıllarda ayağa kaldırılmıştır. Mimari bazı
hataları tespit edilen bu sütunlar ve onların oturduğu zemin İZTO’nun katkılarıyla yeniden restore
edilmektedir.
Faustina Kapısı ve Antik Cadde
Izgara planlı olan Smyrna kentinin, doğu-batı yönlü paralel caddelerinden biri agoradan geçiyordu.
Olasılıkla agorayı iki eşit parçaya bölen caddenin batı yandan agoraya giriş yaptığı yerde görkemli
bir kapı bulunmaktadır. İki gözlü olduğu düşünülen kapının kuzey kemerinin merkezinde Roma
İmparatoru Marcus Aurelius’un eşi Faustina’nın portre kabartması yer alır. Günümüzde kullanımda olan
sokağın altında olan ikinci gözde ise olasılıkla Marcus Aurelius’un portresi yer almaktadır. bu iki
isim, M.S.178’de depremle yıkılan agorayı yeniden inşa ettirdiği için Smyrnalılar vefa borçlarını bu
kapı ile ödemiştir. 1940’lı yıllarda hatalı ölçülerle onarılan kemerli kapı 2004 yılında aslına
uygun olarak yeniden restore edilmiştir.
Graffitiler
Roma Dönemi’ne ait duvar resimleri ve yazıları olan graffitiler bazilika bodrum katı duvar ve kemer
ayaklarında yer alan sıvalar üzerine yapılmıştır. Demir ve Meşe Kökü karışımı bir mürekkeple
çizilmiş olanlar dışında kazıma yöntemiyle yapılmış örnekler de vardır. Graffitiler, özellikle Roma
dönemindeki günlük sosyal hayat konusunda çok önemli bilgiler vermektedir. Graffitilerde aşk
oyunlarından gladyatör mücadelelerine, cinsellikten yelkenli resimlerine, sevgili adlarından
kuşlara, gemilere, bilmecelere değin çok farklı konulara yer verildiği tespit edilmiştir. Roma
Dönemi’nde Batı Anadolu’nun yıldızı parlayan üç kent, Pergamon, Ephesos ve Smyrna arasındaki
rekabetin, halktan kişiler arasında bile kendini gösterdiğini graffitilerde görülen kent
sloganlarında izlemek mümkündür. Smyrna Agorası bazilika bodrum katında açığa çıkarılan graffitiler
birçok açıdan özgündür. Öncelikle bu buluntular demir ve meşe kökü içeren bir malzeme ile yapılmış
en eski grafitiler olma özelliğine de sahiptir. Öte taraftan, Dünya Antik Çağ araştırmalarında
bugüne değin ele geçen yazılı kaynaklar genelde resmi ve dini nitelik taşımaktayken Grekçe yazılmış
olan Smyrna Agorası graffitileri halkın günlük yaşamına ilişkin izler yansıtmaktadır. Bazilika
graffitileri Hıristiyanlığın ilk zamanlarıyla ilgili önemli ipuçları da saklamaktadır. Graffililerin
bir diğer önemli özelliği ise tasvir açısından dünyanın en kapsamlı graffitileri olmaları. Bu
özellikleri açısından söz konusu grafitiler dünya arkeoloji literatüründe ünik bir yere sahiptir.
Çalışmalar
2002 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’yle koordinasyon halinde hazırlanan “Agora ve Çevresi
Koruma – Geliştirme ve Yaşatma Projesi” çerçevesinde başlayan çalışmalarda öncelikle agorada 1930’lu
ve 1980’li yıllarda yapılan ancak tamamlanamayan kazılar sürdürülmüştür. Yaklaşık 3 yıldır
sürdürülen kazı çalışmaları ile bazilika ve batı stoanın büyük bir bölümü ile doğu stoanın kuzey ucu
açığa çıkarılmıştır. bu dönemde kazılarla eşzamanlı olarak sürdürülen restorasyon projeleri
dahilinde Faustina Kapısı yeni baştan ayağa kaldırılmıştır. Ayrıca batı stoa cephe sütunlarının
ayağa kaldırılması, bazilika ve batı stoa bodrum katındaki eksik kemerlerin tamamlanması çalışmaları
da devam etmektedir.
Proje çerçevesinde batıda Eşrefpaşa Caddesi’ne (İki Çeşmelik Yokuşu), kuzeyde ise Anafartalar
Caddesi’ne kadar olan alanda kapsamlı bir çevre düzenleme çalışması yapılarak hem bu bölgelerde yer
alan ve Antik Çağ’da agora ile ilişkili olduğu bilinen yapılar açığa çıkarılacak hem de halka açık
bir arkeoloji ve tarih parkı oluşturulacaktır. Bu amaçla, İzmir Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri
daire Başkanlığı’nca kuzeyde yeralan harabe duvarların yıkımına başlanarak agoranın kuzey cephesi
büyük oranda açılmıştır.
“Agora ve Çevresi Koruma – Geliştirme ve Yaşatma Projesi”, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni,
İzmir Valiliği, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Ticaret Odası’nın katkılarıyla İzmir Arkeoloji
Müzesi Müdürlüğü’nce yürütülmektedir.
Eski İzmir kenti (Smyrna) körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir
adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Irmağı Sipylos (Yamanlar) Dağı'ndan gelen
sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık bir tepe haline dönüştü.
Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde Tekel Müdürlüğü'nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikasına
ait numune bağı bulunmaktadır. Yapılan en son kazılarda İzmir’deki yerleşim alanlarının M.Ö. 7000
yıllarına dek uzandığı ortaya çıkarılmıştır.
Bayraklı’daki Smyrna kenti tarihinin M.Ö. 3000 yılından çok daha gerilere uzandığı tahmin edilmekle
birlikte, yapılan en son kazılarda henüz M.Ö. 3000 yıllarına kadar gidilebilmiştir. Kazılarda elde
edilen bilgiler ışığında ilk yerleşik evlerin höyüğün en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre
yukarıdaki kayalar üzerine oturtulduğu belirlenmiştir. Bu ilk yerleşme Eski Tunç Çağı dönemine
aittir.
Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne
çıkarılan en eski ev M.Ö. 925 ile M.Ö. 900'e tarihlenmektedir. İyi korunmuş halde ortaya çıkarılan
bu tek odalı evin (2,45 x 4 m.) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Eski İzmir'liler
kentlerini M.Ö. 850'lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten
itibaren Eski İzmir'in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti 'Basileus' adı
verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu
tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus tahminen bin kişi civarındaydı. Kent
devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir'in
tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçim tarım ve
balıkçılıkla sağlanıyordu. Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze
değin korunan en eski kalıntısı M.Ö. 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Eski İzmir'in
parlak dönemi M.Ö. 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüz yıl süren bu süre, bütün İon
uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde İzmir'in tarımla yetinmeyip Akdeniz ticaretine
de ortak olduğunu görmekteyiz. Parlak dönemin İzmir'deki önemli belirtilerinden biri M.Ö. 650'den
beri yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Tanrıça Athena'ya sunulan armağanların birçoğunda sunu
yazıtları bulunmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (M.Ö. 640-580), Doğu Helen
dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir'de
bulunmuştur. Eski İzmir'in cadde ve sokakları daha 7. yüzyılın ikinci yarısında ızgara planlı idi,
caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu.
İlerde M.Ö. 5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakın Doğuda çoktan
biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İon
uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir'de gün ışığına çıkarılmıştır. Helen dünyasının en
eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir'de 7. Yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir.
Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos Mezarı, tholos biçimli anıtsal mezarların
güzel bir temsilcisidir. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser, Eski İzmir'de M.Ö. 520-580
tarihlerinde yönetimi elinde tutan Basileusun ya da Tiranın mezarı olmalıdır.
İzmir’in zenginliği ve gelişkinliği komşu Lydialıları harekete geçirdi ve İzmirlilerle savaşa
girdiler. M.Ö. 610-600 yıllarında Lydia orduları İzmir’i ele geçirip kenti yakıp tahrip ettiler.
Ancak İzmirliler kentlerini yeniden kurmayı başardılar. Eski İzmir’in çöküşü, Anadolu’da Pers
istilasının sonuçlarındandır. Pers İmparatoru orduları Anadolu’da ilerlerken, Lydia krallığına karşı
Ege’nin kıyı kentlerinin kendisini desteklemesini istemişti. Bu isteğe uymayan Ege’nin kıyı
kentlerini cezalandırmak amacıyla, Pers İmparatoru Lydia’nın başkenti Sardes’i ele geçirdikten
sonra, diğer kıyı kentleriyle birlikte İzmir’e de saldırdı. Pers Ordularının saldırısı sonucu M.Ö.
545 yılında İzmir tahrip edildi. Bu tahribattan sonra Bayraklı’daki yerleşim alanında bir daha kent
düzeninde bir yerleşim olmadı.
İzmir İli, Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kentinin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına,
kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırma ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih
öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi'nde Tunç Çağları ve Hittitlere ait
yerleşimler saptanmıştır. Hititler Döneminde kentin adı Apasas'tır. M.Ö. 1050 yıllarında
Yunanistan'dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis
Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos
tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma dönemlerinde en görkemli zamanlarını
yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa
sahipti. Efes, Bizans Dönemi tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk'taki Ayasuluk
Tepesi'ne gelmiştir.
Efes antik kentinin en önemli özeliği
Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu
Efes'in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia
eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir.
Anadolu'nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağı da Efes'te
yer alır. Efes'teki Artemis Tapınağı dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir. Efes
Anadolu'nun batı kıyısında, bugünkü Selçuk ilçesinin 3 km uzağında bulunan, daha sonra önemli bir
Roma kenti olan antik bir Yunan kentiydi. Klasik Yunan döneminde İyonya'nın oniki şehrinden biriydi.
Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır. İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki
antik Efes kenti’nin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş
Devri’ne kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler
(tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde Tunç çağları ve
Hittitler’e ait yerleşimler saptanmıştır. Hititler Dönemi’nde kentin adı Apasas’tır. M.Ö. 1050
yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında
Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden
Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli
dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik
nüfusa sahipti. Efes, Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki
Ayasuluk Tepesi’ne gelmiştir. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları’nın merkezi
olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl’dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin
kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir.
Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes, İ.Ö. 4.bine dek giden tarihi boyunca
uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynamıştır. Doğu ile Batı (Asya ve
Avrupa) arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in
çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin
başkenti olmasını sağlamıştır. Ancak, Efes antik çağdaki önemini yalnızca büyük bir ticaret merkezi
olarak gelişmesini ve başkent oluşuna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele)
geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağı da Efes’de yer alır. Bu tapınak dünyanın yedi
harikasından biri olarak kabul edilir. Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden
kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km²lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde
kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir.
1- Ayasuluk Tepesi (İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine
ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesi)
2- Artemision (İ.Ö. 9-4. yüzyıllara ait önemli bir dini merkez; dünyanın yedi
harikasından biri olan Artemis Tapınağı)
3- Efes (Arkaik-Klasik-Hellenistik-Roma ve Bizans Devri yerleşimi)
4- Selçuk (Selçuklu, Osmanlı Dönemi yerleşimi ve bu yerleşimi barındıran, bugün
önemli bir turizm merkezi olan modern kent), Antik Çağda önemli bir uygarlık merkezi olan Efes bugün
de yılda ortalama 1,5 milyon kişinin ziyaret ettiği önemli bir turizm merkezidir.
Efes’teki ilk arkeolojik kazılar British Museum adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlamıştır.
Wood’un ünlü Artemis Tapınağını bulmaya yönelik bu çalışmalarına 1904 yılından sonra D.G. Hogarth
devam etmiştir. Bugün de çalışmalarını sürdüren Avusturyalıların Efes’teki kazıları ilk olarak 1895
yılında Otto Benndorf tarafından başlatılmıştır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 1. ve 2. Dünya
Savaşları sırasında kesintiye uğrayan çalışmaları 1954 yılından sonra aralıksız devam etmiştir.
Efes’te Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmalarının yanı sıra 1954 yılından itibaren Efes
Müzesi de T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına kazı, restorasyon ve düzenleme çalışmalarını
sürdürmektedir.
Görülmesi Gereken Efes Antik Kenti Yapıları
Magnesia Kapısı
Doğu Gymnasionu ve Devlet Agorası Hamamları
Yukarı Agora (Devlet Agorası) ve Bazilika
Odeon
Prytaneion - Prytaneion (Belediye Sarayı)
Domitianus Tapınağı
Pollio Çeşmesi
Memmius Anıtı
Herakles Kapısı
Kuretler Caddesi
Skolastika Hamamları
Latrina
Traian Çeşmesi
Yamaç Evler
Varius Hamamları
Hadrianus Tapınağı (Hadrian Tapınağı)
Umumi Tuvalet (Latrina)
Aşk Evi
Alytarkhus Stoası
Oktagon
Heroon
Mermer Cadde
Celcus Kütüphanesi
Mazeus
Mithridates Kapısı
Tetragonos Agora (Ticaret Agorası)
Mermer Cadde
Büyük Tiyatro
Liman Caddesi (Arcadiane)(Arkadiane Caddesi)
Tiyatro Gymnasionu
Liman Hamamı (Liman Gymnasiumu ve Hamamları)
Meryem Kilisesi
Çifte Kiliseleri (Konsül Kilisesi)
Saray Yapısı
Stadyum Caddesi (Stadyum ve Gymnasium)
Artemis Tapınağı
Vedius Gymnasiumu
Yedi Uyuyanlar
ST.Jean Kilisesi
İsa Bey Camii
Ayasuluk Kalesi
AKROPOL
Bir tepe yerleşimi olan Pergamon’un şehircilik anlayışı, büyük ölçüde topografik zorunluluktan
kaynaklanan bir kent düzeninin form ve planlama bakımından eşsiz bir örneğini oluşturmaktadır.
Pergamon’da doğal bir düzlüğün olmaması yerleşimin en erken evresinden itibaren arazi teraslaması
yapılmak suretiyle yer kazanılmasını gerekli kılmıştır. Azalan inşaat alanları yıllar içerisinde
artan ihtiyaçlar sebebi ile eski terasların yeni teraslar içerisinde eritilmesine sebep olmuştur. Bu
da, şehrin en erken tarihi hakkındaki yeterli ipuçlarının bulunamamış olmasının başlıca sebebidir.
Kalede tespit edilen en eski yerleşim yerleri M.Ö. 7-6. yy’a tarihlenmektedir.
Kent, başından beri iki ana kısımdan oluşan bir yapılar bütünü idi. Bunlar dağın en tepesinde yer
alan ve kendi surları olan Kale ile güneyde daha yumuşak ve meyilli yamaçta yer alan keza sur
duvarı ile çevrili bir aşağı kent idi. Konut alanları gerek büyüklük gerekse yayılma açısından
siyasal ve ekonomik koşullara göre birçok değişikliklere uğramıştır.
Pergamon’un kent surları, en geniş dönemine II. Eumenes zamanında ulaşmıştır. II. Eumenes Devrinin
en önemli yapıları arasında Galatların mağlup edilmesi anısına inşa edilen Zeus Sunağı, Athena
Tapınağının propylonu ve onu çevreleyen stoaları; ikiyüzbin kitap rulosunun muhafaza edildiği ünlü
kütüphane, Büyük saray ve kent surları yer alır. Bu gelişme dönemi sırasında daha önce inşa edilmiş
olan Athena Tapınağı ile onbin seyirci kapasiteli antik çağın en dik tiyatrosu korunmuş, kent bu
çekirdeğin üç bir tarafında yelpaze biçiminde açılan bir plan düzeni içerisinde gelişmiştir.
Yukarı şehir daha çok kral aileleri ile ileri gelenlerin, aydınların, komutanların ikamet ettiği bir
merkez idi. Bu nedenle burasının resmi bir karakteri vardır. Kentin orta kesiminde kuzeyden güneye
doğru Hera ve Demeter Kutsal alanları, Asklepios Tapınağı, Gymnasionlar ve kent çeşmesi yer almakta
idi. Bu yönü ile orta kentte, yönetim ile doğrudan ilgili olmayan yapılarla, halkın rahatlıkla girip
çıktığı toplantı yerleri bulunmakta idi.
Aşağı kentte Aşağı Agora , orta ve yukarı şehre çıkan ana yolun iki yanında sınırlanan çok
sayıda dükkan, birinin avlusunda halen kazı evi olarak kullanılan, diğeri Attalos evi olarak
adlandırılan peristylli evler yer alır.
Yukarı şehirdeki agora, konumu ve işlevi bakımından hem çok yükseklikte idi, hem de sadece devlet
işlerine ayrılmış idi. Bu bakımdan, II. Eumenes’in yönetiminin ilk yıllarında inşa edilmiş olan
aşağı agora kentin ticaret merkezi konumunda idi. Kenti bir baştan bir başa kat eden geniş ve düzgün
rampalı yol, aşağı şehirde Eumenes kapısında başlar, birkaç zikzak ve orta kent yerleşim bölgesinde
büyük bir kavis yaparak kent dağının güney yamacından yukarı şehre ulaşır.
M.S. II. yy’da İmparator Traianus ve Hadrianus yönetiminde Pergamon parlak bir dönem
yaşamıştır. Kent artık sur duvarlarının dışına taşıp ızgara planlı bir yapılaşma ile ovaya kadar
yayılmıştır. Genişlemenin en önemli yapısı Serapis ( Kızıl Avlu)’ tapınağıdır. Roma kentine
Roma tiyatrosu, amfitiyatro ve stadion da dahil edilmiştir.
ASKLEPİON
Bergama Asklepion’u Eskiçağ’da Epidaurus ve Kos’taki örneklerine eşdeğer önemde bir sağlık tedavi
merkezi idi. Pausanias’a göre Bergama’da ilk Asklepios Tapınağı M.Ö. 4.yy’ın ilk yarısında
kurulmuştu. Kazılarda kutsal yerin M.Ö. 4 yy’dan beri var olduğu ve Hellenistik Dönemde geliştiği
saptanmıştır. Ancak Asklepion en parlak devrini M.S. II. yy’da yaşamıştır
Roma Çağında şehirden Asklepion’a bir kutsal yol ile gidiliyordu. Kutsal yol propylon avlusunda son
bulur. Propylon avlusunun üç yanı Korint tarzında sütunlu galerilerle çevrilidir. Propylon M.S. II.
yy ‘da bir tarihçi olan Konsül Claudius Charax tarafından yaptırılmıştı. Asklepios Kutsal Alanı,
galerili avlusu, 3500 kişilik tiyatro yapısı, İmparator Hadrianus’a ait kült salonu, kütüphanesi,
yuvarlak planlı Asklepios Tapınağı ile Roma Dönemi’nde oldukça önemli bir sağlık merkeziydi. Güney
kesiminde Hellenistik Dönemden kalma üç küçük tapınak ile uyku odaları, kutsal kaynak ve havuzlar
bulunmaktadır. Kutsal kaynak yanında burada tedavi gören hastaların soğuk ve sıcak havadan
korunmasını sağlamak amacıyla uzun bir yer altı tüneli yapılmıştır.
Bu yer altı tünelinin hemen kuzeyinde yuvarlak planlı Asklepios Tapına’ğı yer alır. Bu tapınak
Roma’daki Pantheon örnek alınarak M.S. 150 yıllarında Konsül L.C Rufinus tarafından yaptırılmıştır.
Sütunlu bir girişi bulunmaktadır. Tapınğın içinde dönüşümlü olarak 7 tane niş sıralanmaktadır.
Girişin karşısındaki nişte tanrı Asklepios’un Kült Heykeli bulunmaktaydı.
M.S. II. yüzyıl ortalarında burada 13 yıl kalmış olan hatip Aelius Aristides’ten tedavi şekillerini
ve yöntemlerini öğrenmekteyiz. Burada genellikle telkin ve fizyoterapinin bugün halen kullanılmakta
olan çeşitli şekilleri uygulanmakta idi. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları,
açlık-susuzluk kürleri, şifalı otlar, kremlerle yağlanma başlıca tedavi yöntemleri idi.
BAZİLİKA (Kızıl Avlu)
Binanın tamamının tuğladan yapılmış olması ve büyük ön avlusu sebebi ile tapınak halk arasında “
Kızıl Avlu” olarak adlandırılmıştır. Avlusu, yüksek duvarlarla dışarıya kapalı idi. İç kısmının
sütunlu galerilerle çevrili olduğu kabul edilir. Tapınağa, avlunun batı cephesinde yer alan üç adet
anıtsal kapıdan girilmektedir. Bu girişin halen bir kısmı ayaktadır. Mısır Tanrılarına verilen önem
sebebi ile tapınak Roma Dönemi aşağı Bergama kentinin tam merkezine inşa edilmiştir. Tapınağın
avlusu ile bütünleşmesine engel teşkil eden Selinos çayında bugün halen kullanılmakta olan su
tünelleri inşa edilmiştir.
Tapınağın önünde tapınak ile aynı aks üzerinde avluya doğru çıkma yapan bir propylon ve gerisinde
devasa bir tapınak kapısı yer almaktadır. Kutsal mekânın sadece ön tarafı pencerelerle
aydınlatılmış, kült heykelinin bulunduğu arka kısmın yarı aydınlık olmasını sağlamak amacıyla
pencere yapılmamıştır. Yanlardaki yuvarlak yapıların ve avluların bazı bölümlerinin altında uzayıp
giden gizli geçitler ve merdivenler yer almaktadır. Muhtemelen bu geçitlerden ilerleyen tapınağın
başrahibi içi boş olan kült heykelinin baş kısmına yükselerek oradan halka tanrı adına telkinlerde
bulunuyordu. Tapınağın üzerini örten, çok sağlam yapıda ahşaptan bir çatı iskeletinin bulunduğu
söylenmektedir.
Kült ve sanat tarihi verilerine dayanarak tapınağın M.S. II. yy’da muhtemelen İmparator Hadrian
döneminde inşa edildiği ve Mısır tanrıları hem Serapis hem İsis’e itaf edildiği söylenebilir. Ancak
tapınağın iki yanındaki yuvarlak yapıda kült mihraplarının bulunmasına karşılık yan tanrıların
kimler olduğu bilinmemektedir. Erken Bizans döneminde kutsal mekânın içine ilaveler yapılan tapınak
Anadolu’daki erken yedi kiliseden biri olarak kullanılmaya devam etmiştir.
Tapınağın önünde tapınak ile aynı aks üzerinde avluya doğru çıkma yapan bir propylon ve gerisinde
devasa bir tapınak kapısı yer almaktadır. Kapı ağır mermer sövelerle çevrili, kapı kanatları çok
büyük ve muhtemelen bronz kaplamalı idi. Çok ağır olması her zaman açılıp kapanmasını mümkün
kılmakta idi. Bu bakımdan kontrol sağlamak amacıyla kapı önünde demir parmaklıklardan oluşan ikinci
bir kapı tertibatı yer almakta idi.
Kutsal mekanın sadece ön tarafı pencerelerle aydınlatılmış, kült heykelinin bulunduğu arka kısmın
yarı aydınlık olmasını sağlamak amacıyla pencere yapılmamıştır. Arka kısımda iki yüksek kaide yer
almaktadır. Devrinde mermer kaplı olan bu kaidelerin üzerinde muhtemelen 10-12m. yüksekliğinde
oturur durumda kolosol bir kült heykeli yer almakta idi. Bu podyum ve kaidenin altında bir sarnıç ve
buradan ana binanın, yanlardaki yuvarlak yapıların ve avluların bazı bölümlerinin altında uzayıp
giden gizli geçitler ve merdivenler vardı. Muhtemelen bu geçitlerden ilerleyen tapınağın baş rahibi
içi boş olan kült heykelinin baş kısmına yükselerek oradan halka tanrı adına telkinlerde
bulunuyordu. Tapınağın üzerini örten, çok sağlam yapıda ahşaptan bir çatı iskeleti vardır. Kült ve
sanat tarihi verilerine dayanarak tapınağın M.S II. yy’da muhtemelen İmparator Hadrian döneminde
inşa edildiği ve Mısır tanrıları hem Serapis hem İsis’e ithaf edildiği söylenebilir. Ancak tapınağın
iki yanındaki yuvarlak yapıda kült mihraplarının bulunmasına karşılık yan tanrıların kimler olduğu
bilinmektedir.
Erken Bizans döneminde kutsal mekanı içerisine ilaveler yapılan tapınak Anadolu’daki erken yedi
kiliseden biri olarak kullanılmaya devam etmiştir. T.Wiegand tarafından kazısı gerçekleştirilmiş
olan bu kutsal yapı hakkındaki araştırmalar henüz tamamlanmamıştır.
Çeşme’nin 20 km kuzey doğusunda yer alan Ildırı köyünün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai
sözcüğünün Yunanca’da “Kırmızı” anlamına gelen Erythros‘tan türediği kent toprağının kırmızı
renginden dolayı Erythrai’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmaktadır. Bir başka varsayıma
göre ise kent adını ilk kurucusu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythro’tan almıştır.
Kentte ele geçen bulgular bu yörede İlk Tunç çağından bu yana yerleşimin olduğunu göstermiştir.
İkinci Kolonileşme döneminde kent Atina kralı Kadros soyundan gelen Knopos yönetimindeydi.
Başlangıçta krallık ile yönetilen kent sonraları yine kral soyundan olan ancak halkın seçtiği
Vasileuslar tarafından yönetildi. İon kentlerinin aralarında kurdukları Panionion dinsel ve siyasal
birliğe katıldılar. Kent Payhagorasla birlikte kısa süreli tiranlık dönemi yaşamış, bu dönemde
üreterek dışarı sattığı değirmen taşları ile önem kazanmıştır. Erythrai, Lidya ve daha sonrada
Persler’in eline geçer. Pers boyunduruğuna karşı diğer İon kentleri gibi ayaklanmaya katılan kente,
bütün İon kentleri ile birlikte MÖ 334’te İskender, bağımsızlığını kazandırır. İskender’in ölümünden
sonra ortaya çıkan kargaşalar sonucu bir çok el değiştiren Erythrai, Pergamon (Bergama) Krallığının
eline geçer. MÖ 133’te ise Roma İmparatorluğu içinde özgür bir kent statüsü kazanır. Bu dönemde
şarabı, keçileri, değirmen taşları ve kadın kahinleri Sibyl ile Herophile ile ün kazandı. MÖ
1.yüzyıl’da depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden büyük yıkıma uğrayan yöre,
Bizans döneminde önemini yitirdi. 1366’da Türk Egemenliğine girdikten sonra da Erythre, Rhtyrai,
Lythri gibi değişik adlar alan yöre; 16.yüzyıl’dan sonra İlderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya
başladı.
Şehirde 1963-1966 yılları arasında Prof. Hakkı Gültekin ve sonraları Prof. Ekrem Akurgal tarafından
kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk önce MÖ 3.yüzyıl sonralarında yapıldığı sanılan Akropol’ün kuzey
yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarıldı. Akropolün en yüksek düzlüğünde yapılan
araştırmalarda da Athena tapınağına ait kalıntılar bulundu. Şehrin etrafının 5 km uzunluğunda surla
çevrili olduğu anlaşıldı. Tiyatro kısmen açığa çıkarıldı. Araştırmalarda akropolde MÖ 6. ve
7.yüzyıl’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulundu.
Klaros’un kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber M.Ö.7. ve 6. Yüzyıl başında Kolophon’un
baş tanrısı Apollon adına inşa edildiği sanılmaktadır. Dar vadide düz bir alanda bulunan Klaros’daki
Apollon tapınağı, bilicilik yeri olmasından dolayı Hellenistik dönemde ve özellikle Roma çağında çok
ünlüydü. Tapınağın bir tepe üzerinde inşa edilmeyip düzlükte yer almasının nedeni burada kutsal bir
kaynağın ve ormanın bulunmasıdır.
Klaros tarihi boyunca bir kent olmamış sürekli olarak Kolophon’a bağlı olarak gelişmiştir. M.S.2.
yüzyılda yapıldığı sanılan kare yapılı bir Propylea’dan Apollo tapınağına giden iki tarafı sütunlar
ve heykellerle dolu bir yol bulunur. Propylea’da kahine danışmaya gidenlerin yazdıkları kitabeler
bulunmuştur. Cella’nın üstündeki Apollon heykeli 7.5 m. yüksekliktedir. Tapınağın önünde anıtsal bir
sunak bulunmaktadır. Apollon tapınağının kuzeyinde İon tarzında yeni bir tapınak ortaya
çıkarılmıştır. Bu tapınak Artemis’e ait olabilir. Kazıda çıkan eserler İzmir Arkeoloji Müzesinde
sergilenmektedir.
Klaros kutsal alanı, Kolophon, Değirmendere’nin 13 km güneydoğusunda ve Notion (Ahmetbeyli)’nin 2 km
kuzeyinde bulunmaktadır. Buradaki ilk sistematik araştırmalar 1886 yılında C. Schuchhardt tarafından
başlatılmıştır. Bu çalışmalar sırasında Kolophon kentinin lokalizasyonunu doğru olarak yapan
Schuchhardt, daha sonra Kolophon ile deniz arasında kalan vadide iki tümülüs saptamış ve Notion’un
yerini belirlemiştir.
Th. Macridy, Ahmetbeyli halkı tarafından Kale diye adlandırılan Notion akropolünde ve yakın
çevresinde Kutsal alandan getirilmiş birçok yazıtlı blok buldu. Köyde bu yazıtların bulunuşu, Th.
Macridy’ye Kutsal alanın bu yöreden ve Bazilika’dan uzak olmadığını düşündürmüş ve 1907 yılında bu
düşünce ile yaptığı araştırmalar sonucunda, bugün propylon’da ayakta duran sütunun çok aşınmış
durumdaki üst bölümünü bulmuş ve burasının Apollon Klarios Kutsal Alanı olduğunu anlayarak bir
sondaj yapmış ve bu düşüncesinin doğruluğunu kanıtlamıştır.
Klaros’taki ilk bilimsel kazı, Th. Macridy ve Ch. Picard tarafından 1913 yılında yapılmıştır. Ancak
I Dünya Savaşı başlayınca kazılar bırakılmıştır. Klaros’taki kazıların ikinci dönemi 1950 yılında
Prof. Louis Robert tarafından, Jeanne Robert’in de katılımıyla yeniden başlatılmıştır. 1988 yılında
Prof. Juliette de La Geniere başkanlığında yeniden başlayan üçüncü dönem kazıları halen sürmektedir.
12 İon kentinden biri olan Klazomenai antik kentin bir kısmı Urla kemik hastanesinin bulunduğu
Karantina adası üzerindedir. Kent karantina adasının karşısındaki Limantepe’den batıdaki Ayyıldız ve
Cankurtaran tepeleri eteklerine kadar yayılmaktadır. Yerleşimin klasik devre ait nekropolü
(mezarlık) Ayyıldız tepe ile Cankurtaran tepenin oluşturduğu zincirin batısında ve
Klazomenai-Hypkremnos-Erythrai antik yolunun geçtiği bölgede yer almaktadır. Klazomenai antik
kentinin prehistorik dönemi ile birlikte klasik dönemlerini de yansıtan Liman tepe Urla ilçesinde
İskele mahallesinde, İzmir-Çeşmealtı yolu tarafından ikiye bölünmüştür. Limantepe ilk olarak 1950
yılında Ekrem Akurgal tarafından tespit edilerek tanıtılmış, 1979’da Güven Bakır tarafından sondaj
kazılarına başlanmıştır. 1980 yılından itibaren de Hayat Erkanal tarafından kazılara devam
edilmiştir.
Bugüne kadar yapılan kazı çalışmalarında en üstte Arkaik ve Klasik çağlar, daha sonra Geç Tunç Çağı
olarak tanımlanan İ.Ö. 2. binin 2. Yarısına yerleştirilen tabaka yer almaktadır. İ.Ö. 3. bine
tarihlenen Erken Tunç Çağı tabakasında, batı Anadolu sahil bölgesinde ilk şehircilik olayını
ekonomik ve manevi açıdan Urla’da görmek mümkündür. Limantepe’de M.Ö.4.bine tarihlenen Kalkolitik
Çağ izleri tespit edilmiştir. Klasik çağlarla birlikte en az 4000 yıllık bir tarihi yansıtan
Limantepe, Ege sahil bölgesinin bilinen en eski ve uzun süreli yerleşimine sahip merkezi
konumundadır.
Kazılar sonunda, Erken Tunç çağına tarihlenen Ege dünyasında koridorlu ev olarak tanımlanan, siyasi
ve ekonomik otoriteyi temsil eden saray yapısının bir bölümü açığa çıkarılmıştır. Yine aynı döneme
ait, koruma yüksekliği 6 metreye ulaşan şehir suru ortaya çıkarılmıştır. Orta Tunç Çağı’na
tarihlenen yuvarlak tek mekanlı evler (oval ev) , çok sayıda fırın ve ocak yerleri küçük buluntular
ile ele geçmiştir. Kentin önemi M.Ö. 6. Yüzyıla tarihlenen bir zeytinyağı işliğinin burada
bulunmasıdır. Anadolu’da yabani zeytin bitkisinin ne zaman ıslah edildiği henüz bilinmiyor. Yapılan
kazılar sırasında zeytinin içerdiği su ve ayrıştırma işleminde kullanılan ve sıcak suyun karıştığı
zeytinyağını ayrıştırmaya yarayan toprak kaplar; zeytini ezmekte kullanılabilecek el havanları,
öğütme taşları bulunmuştur. Bunlar büyük ölçekli yağ üretiminden çok, hane içi yağ gereksinmesini
karşılayan taşınabilir basit aletlerdi. Ancak Klazomenai’de ortaya çıkarılanlar ise, büyük üretime
yöneliktir.
Kayaya oyulmuş, farklı işlevlere sahip 15 çukur bulunan bir işlik bulunmaktadır. Klazomenai’de
kazısı tamamlanan zeytinyağı işliği dünyada bugün de kullanılan teknolojinin 2600 yıl önce ilk defa
bu bölgede geliştirildiğini kanıtlıyor. Klazomenai’nin 1. Evresinde üretim kentin ve yakın
çevresinin gereksinimini karşılamaya yönelikti. 2. Evrede, ihracat önem kazanmış görünüyor.
Kazılarda bulunan Klazomenai’a özgü kuşak bezemeli amphoralar zeytinyağı ve şarap depolanmasında ve
taşınmasında kullanmıştı, bu da MÖ 6.yy’da kentin dış ticaretinin gelişmiş olduğunun kanıtıdır.
Klazomenai, diğer İon kentleriyle birlikte, Mısır’da Nil deltasında Naukratis adlı bir ticaret
merkezinin kuruluşuna, ayrıca Miletos ile birlikte tüm Karadeniz sahillerine yayılan İon
kolonilerinin kuruluşlarına katılmıştı.
Unilever Komili firmasının katkılarıyla, Klazomenai işliğinin İlk Çağ Zeytinyağı Teknolojisi
Müzesine dönüştürülmesi düşünülmektedir.
İzmir’in 45 km. doğusunda yer alan Torbalı’nın ilk yerleşim alanı, Torbalı Ovası’nın batısında
Yeniköy ile Özbey köyleri arasında bir tepe üzerinde kurulan Metropolis antik kentidir.
Metropolis’ten ilk defa Avrupalı gezginler J.Spon ve G.Wheler 17 yy.’da bahsediyor. Bu gezginler,
1675 yılında yöreye gelmiş ve bugün Torbalı ilçesinin Yeniköy ve Özbey köyleri arasında yer alan
harabelerin, Metropolis antik kentine ait olduğunu belirtmişler.
19. yy.’da ise İzmirli araştırmacı A.Fontier, Metropolis’de yazıtlar ve topoğrafya konularında
yaptığı araştırma sonunda, Metropolis çevresindeki Çevlik ve Fetrek çaylarının antik isimlerini
“Astraios” ve “Phyrites” olarak saptamış ve kent kalıntılarını kısaca tarif etmiştir.
Metropolis tarihi ve yazıtları hakkında ilk ayrıntılı bilimsel çalışma ise Avusturyalı bilim adamı
J.Keil tarafından I. Dünya Savaşı’ndan önce gerçekleştirilmiş. 1972-1975 yılları arasında Prof.Dr.
Recep Meriç, Metropolis’de sonuçları daha sonra Almanya’da yayınlanan sistematik bir yüzey
araştırması yapmış, 1989 yılına gelindiğinde ise Torbalı Belediyesi’nin öncülüğünde bilimsel
kazılara başlanmıştır. Bu kazılar Philip Morris Marlbora, Torbalı Belediyesi ve Metropolis Sevenler
Derneği ( Medoder ) tarafından desteklenmektedir. Halen kazılara Prof. Dr. Recep Meriç tarafından
devam etmektedir.
Metropolis MÖ 3. yy.’da Selluokos Krallığı zamanında Lyzimachos’un adamları tarafından kurulmuştur.
Metropolis Ana Tanrıça kenti demektir. Şehre adını veren ana tanrıçaya ait ( yerel adıyla
Metagallezya ) heykel Uyuzdere mevkisinde yapılan kazılarda bulunmuştur. Metropolis Helenistik
dönemde ( M.Ö. 1-2.yy ) gelişmiş, şehir görkemli sur duvarlarıyla çevrilmiş, savaş tanrısı Ares
adına bir tapınak yapılmış, stoa ve tiyatro gibi anıtsal kamu yapıları inşa edilmiştir. Helenistik
dönemin sanat açısından önemli bir merkezi olduğu bilinen Metropolis son derece kaliteli ve özgün
heykeltıraşlık eserleri yaratmıştır.
Roma İmparatorluk döneminde kent yamaçlardan aşağıya doğru gelişmiştir. Günümüze ulaşan
kalıntılardan Atrium, Roma Evi, Zeus ve On İki Tanrı tapınakları bu dönemdendir. Bizans döneminde
kent piskoposluk merkezi olan kent savaşlar yüzünden küçülmeye başlamış, surlar daralmış ve şehir
kale, stoa, akropolle sınırlanmıştır.
Tiyatro
Doğal bir yamaç üzerine kurulu olan tiyatro kentin sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerine ev
sahipliği yapar. Tamamı mermerden yapılmış olan tiyatro orkestra, sahne binası, oturma yerleri ve ön
kısımda bulunun soylu koltuklarından oluşur. Dışarıdan gelen önemli konuklar, din adamları ve
imparatorlar için yapılan bu koltuklar Helenistik dönemin mermer işçiliğinin en güzel
örneklerindendir. Bu koltukların arkasında Zeus’un yıldırım demeti ve kalkanlı Ares kabartması
vardır. İlk olarak geç Helenistik dönemde inşa edilen ve Roma Dönemi'nde sahne binası genişletilen
tiyatro 8-10 bin kişiliktir. Oturma yeri olan cavea bir koridorla iki diazomaya ayrılır. Merdiven
kenarları her biri değişik desene sahip aslan ayaklarıyla süslenmiştir. MS 4. yy.’da tiyatro
işlevini yitirmiştir.
Teos harabeleri Seferihisar ilçesine 5 km. uzaklıkta bulunan Sığacık Köyünün 1 km. güneyindedir. Bazı
tarihçilere göre MÖ 1050-1000 yıllarında kurulmuştur. Kurucusu Dionysos’un oğlu Athamas olarak
bilinir Teos, 12 İon kentinden biri olup, yolun hemen kenarındaki Dionysos Tapınağı MÖ 2. yy
başlarında Prieneli Hermogenes tarafından inşa edilmiştir. Anadolu’daki Dionysos adına yapılan
tapınakların en büyüğüdür. Roma İmparatorluğu döneminde sıkça onarılmış ama yine de depremlerden çok
zarar görmüştür.
Kuzeybatıda, 500 m. ilerde Hellenistik surlar, Tiyatro, Akropolis ve Gymnasium yer almaktadır.
Bulunan yazıtlardan 3 sınıflı Gymnasium'da ikisi spor, biri müzik olmak üzere üç öğretmenin
bulunduğu anlaşılmıştır. İonialı Aktörler Birliği ilk kez MÖ 3. yüzyılın sonuna doğru Teos’ta
kurulmuş ve oyuncular Teos’u merkez olarak kullanarak çeşitli yerlerde temsiller vermişlerdir.
Teos’ta Hellenistik ve Roma çağı eserleri bulunmaktadır. Bunların en önemlileri arasında Dionysos
Tapınağı, Agora, Tiyatro, Odeon, Surlar ve Liman kalıntılarıdır.
Ana geçim kaynağı deniz ticareti olan Teos’un biri büyük diğeri küçük olmak üzere iki limanı vardı.
Batı Anadolu’nun gerek mimari, gerekse küçük buluntuları açısından kültür tarihine ışık tutan ve en
eski yerleşimlerinden birine sahip olan höyük, Bornova-Ankara kara yolunun 15 km.’sinde Kemalpaşa
ilçesinin Ulucak Beldesi'ndedir. Kazılara 1995 yılında başlanmış ve bugüne kadar yapılan kazılar
sonucunda üç kültür katı tespit edilmiştir. Bunlar; en üstte Geç Roma, Erken Bizans yerleşmeleri
altında Erken Tunç Çağı tabakaları ve en altta ise Geç Neolitik yerleşimine
rastlanmıştır.
Höyüğün en eski tabakası olan Geç Neolitik’te fırın ve ocakları ile birlikte çoğunluğu günlük
işlerde kullanılmak amacıyla yapılmış mekanlar ile ayrıca özel işleve sahip bölümleri de höyük
üzerinde gözlenebilir.
Kazılarda pek çok seramik kap ile birlikte çakmak taşından aletler, taştan silahlar, Ana tanrıça
figürinleri ve antropomorfik kaplar açığa çıkarılmış olup, bunların bir bölümü İzmir Arkeoloji
Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
Gümüldür-Ürkmez arasında bugün Kısık adı ile bilinen yarımada üzerinde kurulan kent, 12 İon kentinden biri olup M.Ö.7. yüzyılda kurulmuştur. Efes’ten zorla getirilen kişilerin yerleştirildiği bu antik kent, hiçbir zaman etkin bir yaşama ulaşamamıştır. Ancak tarihte kenti adına para basan “Polis”lerdendir. Antik kentten pek bir şey kalmamıştır. Limandaki Hellenistik duvarlar Gymnasium ve arkasındaki tepenin yamaç ve üzerinde günümüze kadar varlığını koruyabilmiş tapınak terası ve konut kalıntılarına ait izler görülebilir.
Kolophon İonia'nın en eski ve en önemli kentlerinden biri idi. Kent, MÖ 7. yüzyılın sonunda ya da 6.
yüzyılın başında yaşadığı bilinen İzmirli ya da bu kentin bir yerlisi olan, ozan Mimnermos'un bir
şiirinde "Asya'nın büyüleyici kıyısı" üzerinde bulunan "sevimli Kolophon" olarak geçmektedir.
Mimnermos aynı zamanda kentin Neleus'un öncülüğündeki Pyloslu göçmenler tarafından kurulduğunu
belirtmektedir. İzmir, özünde bir Aeol kenti idi; sonradan belki de MÖ 8. yüzyılın ilk yarısında
Kolophon'dan İonialıların gelişi ile, bir İon yerleşmesi olmuştur. Kolophonlular, topraklarının
verimliliği ve denizcilikteki ustalıkları nedeniyle çok varlıklıydılar. Kentlilerin zenginliği,
rahat yaşam biçimini aşırı lükse dönüştürdü. Zaman zaman lüks giysili ve misk kokusu sürünmüş olan
binden fazla erkek agorada gezinirdi. Antik yazarların düşüncesine göre lüks yaşam, Kolophon'un
gücünü yitirmesine neden olmuştur. Buna karşın, Kolophonlular, eskiden MÖ 8. ve 7. yüzyıllarda
savaşçı olarak ve özellikle binici olarak ünlü idiler.
Kolophon, sırası ile Lydia'nın ve Perslerin egemenliği altına girmiştir. Önce Gyges 7. yüzyılın ilk
yarısında Kolophon'u ele geçirmiştir. Daha sonra kent, 6. yüzyılın ikinci yarısında Pers yönetimi
altına girdiği zaman önemini kaybetmiştir. Onun yerine Notion'daki kıyı yerleşmesi, yani "güneydeki
kent" gelişmeye başlamıştır. Kolophon'da Persler hüküm sürerken, Notion'da bir süre için Atina
tarafından yönetilmiştir. Thukydides Notion'un Kolophonlulara ait olduğunu belirtmektedir: Büyük
İskender Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtardığı zaman iki kent bağımsızlıklarını yeniden
kazandılar. Buna rağmen Lysimachos, Kolophonluları yeni kurulmuş bir kent olan Efes'te yaşamaya
zorlamış, bunun üzerine de o zaman bazı Kolophonlular Notion'a taşınmışlardır. Böylece Kolophon çok
zayıf bir duruma düşmüştür. Kolophon, Lysimachos'un ölümünden sonra 281 yılında yeniden inşa edilmiş
ve Seleukoslar ile Attalosların yönetimi altında varlığını sürdürmüştür. Bu dönem sırasında
Kolophon, "Arkaik Kolophon" yani "Eski Kolophon" olarak biliniyordu. Bu ününü de yitirdikten sonra
Kolophon, yaklaşık 15 km. uzaklıkta, güneydeki Notion'a çekildi. Notion bundan sonra "Yeni Kolophon"
ya da "Kıyıdaki Kolophon" olarak bilinmeye başladı. Her iki yerleşmenin gelişmesi, yeni Efes kenti
tarafından büyük ölçüde engelleniyordu. Bu arada, 7. ve 6. yüzyıllarda parlak bir geçmişi olduğu
bilinen Kolophon, önemini yalnızca Klaros'taki ünlü tapınak ile sürdürüyordu. Roma Çağı'nda kent
bağımsızdı ve asıl merkezi Notion'un akropolü içinde bulunuyordu.
Menemen’in hemen kuzeyindedir. MÖ III. bin yılda kurulmuştur. Cilalı Taş, Hellenistik,Lydia ve Pers
yönetiminde yaşamıştır. Peleponez savaşlarında, (MÖ 405) yıkılınca yeniden kurulmuş ise de (MÖ 279)
Galatlar tarafından yıkılmıştır. Kalıntılar arasında tapınak ve Akropolis'in sur parçaları
bulunmaktadır. Buradan çıkarılmış olan Arkaik döneme ait mimari parçalar İzmir Arkeoloji Müzesi'nde
diğer eserler ise Stockholm ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde bulunmaktadır.
Yüzey araştırmaları 1902 yılında İsveçli Arkeologlar tarafından başlatılmış ve 1932-1934 yıllarına
kadar da bir Alman - İsveç ortak kazısı olarak sürmüştür. Larissa kazıları, Batı Anadolu’da yapılan
araştırmalar arasında en yararlı olanlardan biridir. Larissa’daki buluntular 6,5. ve 4.
yüzyıllardaki Aeol mimarlığının bu güne kadar bilinen en güzel örnekleri arasında yer alırlar.
İzmir’e 50 km, Kolophon’a ise 15 km uzaklıktaki bir liman kenti olan Notion, bugünkü Ahmetbeyli
köyünün sınırları içindedir. Günümüz köylüleri tarafından “ Kale “ olarak adlandırılan Akropol, iki
tepe üzerine oturuyor ve kentin baş tanrıçası Athena Polias’a adanmış olan tapınak, Akropol'ün batı
tepesi üzerinde denize tümüyle hakim bir konumda bulunuyor. Herodotos’a göre Notion bir Aiol
kentiydi ve Aioller bereketli toprağa sahip, ancak havası İonların ki kadar güzel olmayan ülkede
yaşıyorlardı. Notion da Kolophon gibi, Attika-Delos deniz birliğinin bir üyesiydi. MÖ IV yy'ın
üçüncü çeyreği içinde Anadolu’ya Büyük İskender ile gelen özgürlük ve barış dönemi, MÖ 323 yılında,
onun ölümü ile son bulur. Bu tarihten itibaren Anadolu’daki Helen kentleri için çok karmaşık ve
kanlı bir süreç başlar. MÖ III. yüzyılda Kolophon ile Notion, bir ortak vatandaşlık anlaşması
yaparak politik bir birlik oluşturdular. Bu döneme tarihlenen yazıtlarda sıklıkla Notion’da yaşayan
Kolophonlu bireylerin adları geçmektedir.
Notion MÖ 218 yılında Pergamon kralı Attalos I‘e bağlanır. MÖ 196 yılında Suriye kralı Antiochos
III’ün yönetimine girerse de MÖ 191 yıllarında tekrar Pergamon kralı Eumenes II’nin eline geçer.
Apemeia barışı ( MÖ 188 ) ile de Magnesia savaşında Roma ve müttefiklerinin yanında yer aldığı için
Notion’a özerk statü verilir.
MÖ 133 yılında başlayan ayaklanma sırasında Aristonikos donanması ile Notion’a gelir, Akropolü ele
geçirir ve kenti Romalıların Asya Eyaleti'ne dahil eder.
Tarihi boyunca Notion bağımsız bir kent olduğu halde Kolophon’un bir parçası gibi görünmüştür.
Örneğin Notion’a “ Deniz üzerindeki Kolophon “ ; “ Yeni Kolophon “ ya da “ Güneydeki Kolophon “ gibi
adlar verilirken Kolophon kentinin adını ise eski ya da Kuzeydeki sözcükleri eklenerek iki kentin
birbiriyle karıştırılması önlenmek istenmiştir.
Kolophon’un tahribinden sonra sosyo-ekonomik yönden giderek çok güçlü bir konuma gelmesine karşın,
Notion hiçbir zaman sikke basmamıştır. Kentin, Attika - Delos Birliğine ödediği verginin azlığına ve
sikke basmamış olmasına bakıldığında, Notion’un, en azından Lysimakhos dönemine değin, Kolophon’a
kıyasla sosyo-ekonomik açıdan daha güçsüz bir konumda olduğu görülür. Kentin akropolünü çevreleyen 4
km uzunluğundaki kale kulelerle desteklenen sur Hellenistik dönemde inşa edilmiş, Roma döneminde de
onarılmıştır. Kentin bugün için saptanmış olan ve ikisi de antik limana açılan kapılarından biri
kuzeyde, diğeri ise batıda yer almakta, ayrıca surun güneydoğu köşesinde bir de merdivenli giriş
bulunmaktadır.
Roma döneminde kentin, akropolün kuzeyinde yer alan tepenin eteklerine doğru yayıldığı
anlaşılmaktadır. Kentin Hadrianus döneminde büyük imar çalışmaları içinde olduğu ve Athena Pollias
tapınağının bu dönemde inşa edildiği bilinmektedir. Hellenistik tiyatronun da, yine bu dönemde Roma
tiyatrosuna dönüştürüldüğü sanılmaktadır.
Notion Bizans döneminde bir piskoposluk merkezi olmuş ve bu konumunu uzun süre korumuştur.